KİRALIK AKVARYUM

Çok teşekkür ederim, yeniden buluşmak çok güzel. Üç yıl kulağa kısa bir süre gibi gelebilir ama içinde mevsimler barındırıyor. Değişip dönüştüren baharlar, şaşırtıp güldüren yazlar, sakinleştirip düşündüren kışlar…  Bir çocuğun büyüyüp bambaşka sorular sormasına, bir yazarın yeni hikâyelerin peşine düşmesine yetecek kadar uzun bir zaman. Bu üç yıl boyunca hayatın değişen ritimleriyle yazının bana açtığı yollarda yürüdüm. Kimi günler ağır ağır aktı zaman, kimi günler hızla koşup geçti. Ama yazı hep elimden tuttu. Çocukların gözlerinden dünyaya bakmaya devam ettim. Çünkü onların bakışı daima daha berrak, daha cesur ve daha umutlu.

Kiralık Akvaryum, görünmez sanılan umutların, küçük direnişlerin ve dostlukların hikâyesi. Batu ve Nilü, sıradan görünen hayatlarında, sıradan olmayan bir merakla ve cesaretle yola çıkıyorlar. Onlar, aslında hepimizin çocukluğunda tanıdığı tipler: çok soru soran, çok düş kuran, yetişkinlerin göremediğini görebilen çocuklar. Serüvenleri, çizgi roman kahramanlarının eşliğinde, bir balkonun gizemiyle kocaman bir akvaryumun ardında saklı sırlarla örülüyor. Hikâye bana şunu hatırlatıyor: En büyük maceralar çoğu zaman uzaklarda değil, tam yanı başımızda başlıyor. Yeter ki çocukların gözünden bakabilelim.

Her hikâye bende küçük bir kıvılcımla başlıyor. Bazen sırlarla dolu bir balkonbazen bir çocuğun, “Benim de bir köpeğim olsun,” diye söylediği masum bir söz… Kiralık Akvaryum da böyle doğdu. Önce balkondaki gizem düştü aklıma, sonra Batu’nun sesi geldi kulağıma. Yazmaya başlarken elbette birtakım planlarım vardı ama hiçbir şey baştan sona belli değildi. Yazdıkça hikâye kendi yönünü buldu. Kahramanlar kendi yollarını çizdiler, ben de onların peşine düştüm. Çocukların doğaçlama oyunları gibi; kuralları önceden yazamazsınız, oyun ilerledikçe ortaya çıkar.

Benim çocukluğumda da çizgi romanların yeri çok başkaydı.  Asteriks’in kıvrak zekâsı, Red Kit’in ince mizahı, Tenten’in meraklı yolculukları… Sözün başlattığını çizginin tamamladığı dünyalar. Çizgi romanların en sevdiğim yanı şuydu: O abartılı kahramanlıkların ardında aslında çok sahici duygular gizlidir. Hem mizah vardır, hem de macera.

“Sancılı” kelimesi bana biraz iddialı geliyor. Elbette zorlandığım, sözcükleri toparlayamadığım, hayal kahramanlarımın seslerini duyamadığım zamanlar da oluyor. Ama eninde sonunda o düş dünyasının kapısı aralanıyor. Kelimelerim yerlerini buluyor, kahramanlarım en yakın dostlarım oluyor. Yazarken hayatın küçücük ayrıntıları beni besliyor. Okula giden bir çocuğun telâşı, bir kedinin pencere önündeki uykusu, kış güneşi, yaz yağmuru, kurabiye kokusu, dalga sesi… Bazen de bir çocuğun söylediği tek bir cümle bütün bir hikâyeyi açacak bir anahtar oluyor.

Masam hiçbir zaman düzenli bir masa olmadı. Daha çok bir düş haritasına benziyor. Üst üste yığılmış defterler, kenarları kıvrılmış not kağıtları, okunmayı bekleyen kitaplar var. Bir köşede bir kahve fincanı, başka bir köşede renkli kalemler. Arada küçük bir taş ya da bir oyuncağa rastlayabilirsiniz. Masam, aslında yazının başladığı bir sahne gibi; nesneler birbirine dokunuyor ve yeni hikâyelerin kapısını aralıyor.

Doğan Gençsoy’un çizimleri kitabı başka bir katmana taşıdı. Çizgiler, kelimelerin yanına sessiz ama güçlü bir ses olarak eklendi. Yazar- çizer uyumu dediğimiz şey, aynı düşe inanmak, aynı oyunu birlikte oynamak gibidir. Doğan Gençsoy’un çizgilerinde çocukların düş gücünü büyüten bir içtenlik var. Çizgiler kelimelerle el ele tutuştu ve hikâye daha da derinleşti.

Çünkü onlar dünyanın en iyi okurları. Sözcükleri sahici, hayal güçleri sınırsız ve sevgileri samimi.

Ben teşekkür ederim. Sözcüklerimin bir çocuğun hayaline dokunması, bir düşe eşlik etmesi, bir umudu görünür kılması, bundan daha büyük bir mutluluk yok.

Bu yazı ajandakolik adlı web sitesinden alıntılanmıştır. https://www.ajandakolik.com/koray-avci-cakman-en-buyuk-maceralar-cogu-zaman-uzaklarda-degil-yani-basimizda-basliyor/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir